
Vejeteryan değilim, olmayı da planlamıyorum aslında. Bundan iki üç yıl önce, diyet kısıtı olan insanların yaşadıklarını anlamak ve hayvansal ürünleri kullanmayınca yemek alışkanlığının nasıl olduğunu görmek için deneysel amaçlı 2-3 ay kadar vegan yaşamıştım. (Vejeteryanlık değil, ama veganlık gerçekten çok zor şey, en azından bir peynir ve yoğurt canavarı olan bana çok zor gelmişti. Olanlara FSM sabır versin…). Bu deneyimden sonra rutinimize geri döndüm: bol bol sebze, salata, meyve, zaman zaman balık, nadiren de kırmızı et.
Bizim evde haftanın pekçok günü sebze yemeği pişiyor ya da yemeğin büyük bir bölümü koca bir salatadan oluşuyor. Ama her ne kadar bir etyiyen de olsam, hepimizin yediği et miktarını azaltmasının hem ekolojik, hem de sağlığımız açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
Dünyada, yaklaşık 10 yıldır devam eden bir kampanya var: Etsiz Pazartesi. John Hopkins Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü öncülüğünde başlatılan bu hareket, pazartesi günleri menülerden eti çıkarmayı teşvik ederek hem sağlığımız, hem gezegenimizin sağlığı hem de hayvan hakları konusunda bilinç ayratmaya çalışan bir hareket. Sonuçta, yediğimiz et miktarını hep birlikte azaltmak önemli. Bireysel oalrak bizi kapl ve damar hastalıkları ve kimi kanserlerden korufuğu kadar, global et tüketiminin azalması karbon ayakizimizi ve atmosfere salınan sera gazlarını azaltmak açısından önemli. ( Türkiye’deki Etsiz Pazartesi web sitesi için tıklayın.)
Ben de, bir süredir önemine inandığım Etsiz Pazartesi’ye destek veriyorum. Bugün, twitter mesajları (#etsizpazartesi) ile kalmayıp aslında tarif paylaşarak da destek olabileceğimi düşünerek bir rutin başlatıyorum. Vakit buldukça, her pazartesi Etsiz Pazartesi’ye uyan bir tarif paylaşacağım bundan böyle.
İlk etsiz pazartesi için işte size hem yapması çok kolay hem süper lezzetli bir yemek: Çığırtma.
Çığırtma Bergama yöresine özgü bir yemek. Patlıcan biber kızartması hastası bir insan olarak, kızartma yapmadan da aynı lezzeti yakalayabileceğimi fark ettiğimden beri sık sık pişiriyorum. Bunda sebze yetiştirmeye merak salmamın ve her yaz domates ve biber içinde yüzmeye başlamış olmamızın da kısmen etkisi ver itiraf ediyorum. Ama, domates, biber ve patlıcan bir araya gelince gerçekten de müthüş bir lezzet ortaya çıkıyor.
Uzatmadan tarife geçelim…
Malzemeler:
- 4-5 tane ince uzun patlıcan
- 3-4 tane bol sulu domates
- 7-8 tane sivri biber
- 1-2 diş sarımsak
- zeytinyağı, tuz
Tarif:

Patlıcanları alacalı şekilde soyun, daha sonra bıçakla helezon şeklinde birbirinden ayrılmayacak çekilde dilimleyin. ( Bkz. Şekil A)
Biberlerin çekirdeklerini ayıklayın, saplarını kesin, sivri yerlerini bıçakla yarın. Domatesleri rendeleyin. Sarımsakları ince kıyın.
Yayvan bir tencereye az miktarda ( tencerenin içini sıvayacak kadar) zeytinyağı koyun. Patlıcan ve biberleri bu yağda yavaş yavaş çevirerek hafifçe pişirin. Patlıcanların dış yüzeyleri yağda kavrulduktan ve biberler kısmen yumuşadıktan sonra, tencereye sarımsakları ilave edin, bir iki çevirdikten sonra biber ve patlıcanları homojen olacak şekilde dizin, istine rendelenmiş domatesi dökün. Tuzunu ayarlayıp patlıcanlar yumuşayana dek kısık ateşte pişirin.
Biz bu yemek pişince, yanına yoğurt koyup direkt olarak ekmekle suyuna yumuluyoruz. Yanında pirinç pilavı da çok güzel oluyor. Nasıl yiyeceğiniz tamamen size kalmış.
Afiyet olsun!
(Bu akşam bence siz de etsiz pazartesiye dahil olun, Salı günü kurban bayramı sonrasında olan toplu katliamla zaten ete doyacaksınız kaç gün…)
Vejeteryanlık zaten saçma da etsiz pazartesinin de ondan aşşağı kalır bir yan yok. Küresel ısınma filan boş işler bunlar. Hayvanları kurtaracağını sanan bazı vejeteryanların ortaya attığı bir düzmecedn ibaret. İnanmayın bunlara yav. Vegan gördün mü arkana bakmadan kaçacaksın, öyle gerzektir bunlar. Rezildir hepsi. Bilim düşmanıdır, dünya düşmanıdır ve evet hayvan düşmanıdır. Et yemeyerek ekolojik dengeyi bozuyo mallar. Sonrada hayvanları koruyorum ayağına ortalıkta dolanıyorlar öküzler. Evrim ağacı’nın vejeteryanlıkla ilgili makalesi vardıonu okumanızı öneriyorum. Mal veganlara karşı mükemmel yanıtlar verip, ne kadar gerizekalıca bir akım olduğunu ispatlamıştır Evrim ağacı. Ayrıca Türkiye’nin en güvenilir bilim sitesidir Evrim Ağacı. Ayrıca ‘Veganlığın Yanılgısı’ yazıp Google’a, İlker’in yazısını da okumanı öneriyorum.
BeğenBeğen
Kozmoz nickli kişinin yorumu ne kadar nefret dolu öyle. Şaşırıyorum bunlara. Bahsettiğiniz iki yazıyı da biliyorum Kozmoz. İkisi de birbirinden saçma ve bilim istismarı yapılmakta. Özellikle makaleyi yazan kişi, otçulluk üzerinden yanıtladığı videonun mizahi olup olmadığını bile araştırma gereği duymadan atak davranıp veganları bilim düşmanı ilan etmiş. O videoyu hazırlayan kişi bir karikatürcüdür. 🙂 Ne kadar komik bir duruma düştüğünün farkında bile değil ne yazık ki. Veganların içinde elbette otçuluz diye argüman sunanlar da var ama bunu genele vurup veganları lanetlemesi içindeki vegan nefretini ortaya çıkarmış. Ben hayvan özgürlüğü aktivistiyim. Bugüne kadar kaç tane vegan düşmanı olup insanlar “etçildir” diyen kişiler gördüğümü burada sayamam. Bu konu üzerinden bir yazı yazıp ben de et yiyenleri lanetleyebilirim. Ama benim derdim kişiler değil. İnsanların hayvanlar üzerinde tahakküm sistemine dayanan hiyerarşi ilişkisidir derdim. Kişilerle kibirli insanlar uğraşır. İnsanmerkezci insanların kibirle dolu olduklarına bu yüzden şaşırmıyorum. Bunun dışında omnivor olduğumuz için “doğal” olanın omnivor beslenmek olduğunu söylüyor iki yazar da. Tek argümanları bu. “Evrimin gücü adına” hayvanlara hükmetmeliyiz diyorlar, bir de. Bunu gerekçelendirmek için de bilimsel gerçeklerden kişisel sonuçlar çıkarılmış, yani bilim istismarı yapılmış. Doğallık üzerinden yapılan tartışmaların hepsi işe yaramaz olup, mantıklı bir sonuç çıkarılamaz. Neyin daha doğal olduğuna nasıl karar vereceğiz? Anatomik özelliklerimiz elbette et yemeye uygundur -tam olarak et yemeye evrim geçirmemiş olmamıza rağmen. Bu yüzden de zaten bugün bitkisel ağırlıklı beslenmeden hayvansal ağırlıklı beslenmeye geçen dünya hastalıklarla boğuşuyor. (Birleşmiş Milletler’in FAO örgütünün Aralık 2013’te yayınladığı bir rapor insan hastalıklarının %70’inin hayvansal gıda tüketimiyle doğrudan ilişkili olduğunu belirtiyor.)
http://our-compass.org/2014/07/21/70-of-human-diseases-linked-to-animal-agriculture/70
Doğallık üzerinden devam etmek istiyorum. Evet, anatomik özelliklerimiz gerçekten de et yemek için uygundur. Ama bu argümanın güçlü olduğuna ikna olamıyorum. Anatomik özelliklerimiz tecavüz etmeye de uygun. Yamyam olmaya da uygun. Yamyamlık ve tecavüz de öteden beri süregelen bir pratiktir. Bugün halen daha yaygındır. Geçen yıl Amerika’da 99 bin kadına tecavüz edildi. Aynı zamanda bunlara da “doğal” denilebilir düz mantıkla bir değerlendirme yapılırsa. Erkek yunuslar dişi yunuslara topluca tecavüz ederler. Diğer canlı türleri içerisinde insanların “doğal” diyemeyeceği pek çok şey vardır. Ve eğer doğallık üzerinden tartışacaksak kesinlikle rasyonel bir sonuca varamayız. Doğadan diğer hayvanları örnek vereceksek de bir sonuca varmamız zor. Bizim tartışmamız gereken konu “hak”, “özgürlük” gibi kavramlar üzerinden olmalıdır. Yani eşitlik, adalet, barış gibi değerleri epey ön plana çıkaran ve bunları slogan haline getiren bir tür olarak bunu diğer canlıları da içine dahil ederek, yapmalıyız. Aksi taktirde türcü oluyoruz. İnsan da bir hayvan olduğu için hak kavramını tüm hayvanlar üzerinden konuşmalıyız. Bu arada aynı besi hayvanları gibi ötekileştirilmiş albinolar hakkında da şu haberi okumak isterseniz belki: http://www.milliyet.com.tr/etlerini-kaynatip-yiyorlar–gundem-2006989/
Sağlık gerekçesiyle ve/veya hayatta kalmak için hayvansal gıda tüketmek de bir iyi bir gerekçe değildir. Bugün ötekileştirilmiş albinolar da sağlık gerekçesiyle avlanıyorlar. Sanırım onlara yapılanları herkes kınıyordur -ne de olsa farklı da olsa “insanlar”. Sağlığımız için hayvansal gıdaya ihtiyacımız olmadığı bugün bilinen bir bilimsel gerçektir. Dileyenler akademik arama motorlarına “plant-based diet”, “vegan diet” yazarak vegan beslenmenin sağlık açısından ne kadar güçlü bir beslenme şekli olduğunu bilimsel olarak araştırabilir. Hayvan tüketmek için “hayatta kalmak” gibi önemli sebeplerimiz olmadığına göre geriye bir tek kültürel ve keyif amacıyla yapılan bir pratik kalıyor. Bir omnivor olarak anatomik özelliklerinizi bu yönde kullanarak “ben bu keyfi almak istiyorum,” diyebilirsiniz. Ama anatomik özelliklerimizi sırf keyif alalım diye birilerine (insan-hayvan fark etmez) acı çektirmek ve köleleştirmek için kullanmak, güçlü ve etik bir argüman değildir. Konu beslenme olunca bu, meşru hale gelmiyor. Öyle olsa insanların da yenilmesini savunurdunuz.
Ötekileştirilmiş hayvanları herkes önemsemek istemeyebilir tabii ki. Herkesin bu duyarlılığa ulaşmasını kimse beklemiyor. (İmkansız da zaten.) Ama burada insanmerkezcilerin duyarsızlığından çok ben hayvanların mezbahalarda attığı çığlıkları dikkate alırım. Yani, keyif veren bir acıyı desteklemek yerine, acı veren bir keyif eylemini durdurmaya çalışırım. Geçmişte kölelik karşıtı hareketi düşündüğümde özgürlük savaşçılarının köle sahiplerinin çıkarlarını düşünmediklerini görüyorum. Köle sahipleri onlara şiddetle karşı çıkıyordu. Aynı bugün hayvanlar için kullanılan “doğal”, “ihtiyaç”, “şefkatli köle sahibi” vs. gibi argümanlar kullanılıyorlardı. “Köleliği savunmak adına” isimli yazı, bu konuya daha geniş bir perspektiften bakmanızı sağlayabilir: http://hayvanozgurlugucevirileri.com/2011/03/29/koleligi-savunmak-adina/
Gene omnivor muhabbetine kısmına gelmek istiyorum. “Evrimin gücü adına” diyerek şaşmaz bir kibirle hareket edenler kendilerinin bir Hakikat’e sahip olduğunu zannediyorlar. Aynı yobazizm ideolojisini savunanların yaptığı gibi asla karşı fikirlere tahammülleri yoktur. Onların kendi gerçekleri vardır. En doğruyu bildiklerini sanırlar. Kibir dolu dogmatik düşüncelerine karşı gelenlere cevapları bir hayli serttir. Bunu diyorum çünkü çoğu kez deneyimledim bu yazdıklarımı. Bahsettiğiniz evrim sitesinde ÇMB isimli adminle tartışmaya girdiğimde karşımda kaba bir insanmerkezci görmüştüm. Ve fikirlerime tahammül edemedi. Yorumlarımı sildi ve beni “ya sev, ya terket” vari bir söylemle “sayfasından” kovdu ve engelledi. Eğer insanlar “ideolojisine” güveniyorsa cesurca tartışmaya girmeliler. Kendi fikirlerinle donattığın bir makaleyi bilim adı altında insanlara sunup, türcülük ideolojisinin bir propaganda aracı haline getirdiğinde karşı olduğun fikirler ya da nefret duyduğun anti-türcü hareketin fikirleri çürütülmüş olmuyor. Bu insanlar sözde türcülük karşıtı olduğunu iddia ediyorlar bir de. Alakası bile yok. Tam bir oksimoron içindeler. Bilimi istismar ettikleri gibi türcülük kavramını da istismar ediyorlar. Dedim ya, bir tek kendilerinin “Hakikat’e sahip olduğunu zannediyorlar”. Anti-türcülüğe dair fikirler duyduklarında birden deliye dönerler. Hayvanlara ve doğaya karşı nefret saçan bu kişiler doğal olarak hayvanların özgürlüğünden bahsedenlere de nefretini kusuyor. “Türcülük; insanların hayvanlara karşı yapılan zulümleri gerekçelendirmek için kullandığı güçlü bir araçtır. Akıl kilisesinden çıkma bir dogmadır.
Anti-türcü hareket 5.000 yıl önce Caynist ve eski Grek kültürlerinde ortaya çıkmıştı. Taa o zamanlar vegan olmamız gerektiği konusunda tartışmalar başlamıştı bile. Birçok filozof vejetaryendi ve bunun aktivistliğini yapıyordu. Pythagoras ve Plutarch bunun en iyi bilinenlerinden. Pythagoras hayvanların bir bilinç sahibi olduğunu MÖ 530’da fark edebilmişti. Şöyle diyordu: “İnsan diğer varlıkların acımasız yok edicisi olduğu sürece sağlık ya da barış nedir bilmeyecektir. İnsanlar hayvanları katlettiği sürece birbirlerini öldürecekler. Cinayet ve acı tohumları eken sevinç ve sevgi biçemez”. Peki neden bugün hayvan köleliği ya da soykırımı (buna birazdan geleceğim) oldukça yaygın durumda? Son otuz yıldır atağa geçen ve dünyanın her yerine yayılarak yükselmeye devam eden yeni kölelik karşıtı-anti-türcü hareket, çok daha önceleri yükselişe geçebilirdi ve bugün belki de bu tartışmaları yapıyor olmazdık. Daha barışçıl toplumlar da olabilirdik. Ancak Hristiyanlığın ve İslam’ın yükselişe geçmesi üzerine hayvanların durumu daha da kötüleşmişti. Türcülük ideolojisi bugün bu iki din yüzünden oldukça güçlü halde. İki din de kutsal kitaplarında “hayvanlara hükmedin”, “hayvanlar insanlar için yaratımıştır”, “insanlar en üstün canlıdır”, derler. Bundan cesaret alan toplumlar hayvanları daha fazla esir etmiştir ve onlara her türlü zulmü yaşatmıştır. Bugün hala o kültürün esintileri devam ediyor. Ama sadece bununla da sınırlı değil. Descartes gibi Batı filozofları da hayvanları aptal varlıklar olarak görmüştür. Bugün dirikesim uygulamaları Descartes’ten cesaret alan insanlar tarafından yayılan ve sürdürülen uygulamalar olarak bilinmektedir. Descartes hayvanlarla alakalı şöyle diyordu: Çocukluğumuzdan itibaren aptal hayvanların düşünebildiği inancından daha fazla alıştırıldığımız bir ikinci önyargı bulmak imkansız. Belki bazı aydınlanma dönemlerinde anti-türcü hareket gene atağa geçebilirdi ancak Descartes gibileri insanları hayvanlar üzerinde tahakküm kurma konusunda fazlaca cesaretlendirmiştir malesef. Bundan cesaret alan insanlar sokakta gördüğü kedileri köpekleri tekmeliyordu ve bundan zevk alıyordu, nasıl olsa hayvanlar acı çekmiyor ve aptal varlıklar oldukları için… Ve ne yazık ki bugün de türcülük ideolojisi şiddetle savunulmakta. Anti-türcü hareket her ne kadar son zamanlarda önemli bir politik-etik bir mecra yaratsa da (özellikle feminizm ve anarşizm gibi çağdaş direniş hareketlerinde oldukça yayılmış durumda) bu tür insanlar gibi şiddetle karşı çıkanlar da vardır. İnsanlar hayvanların üzerinde hak sahibi olduklarını düşünüyorlar. Hayvanların üzerinde hak sahibi olmadığını söyleyenlere ise aynı hayvanlara saçtıkları nefreti saçıyorlar. Tıpkı geçmişteki köle sahiplerinin köleleri özgür bırakmalarını söyleyenlere karşı nefret saçtığı gibi… Adaletsizlik asla sonsuza dek var olamaz. Bir de hayvan özgürlüğü aktivistliğinin yapılmasından da hiç hoşlanmazlar bunlar. Üniversiteler de vegan yemek talep edenlere karşı bile nefret saçarlar. Şöyle derler: “Vegan diyeti spefisik bir diyettir, o zaman çölyak hastalarına, alerjisi olanlara da özel yemek çıkarsınlar”, gibi savunmalarla bu yemek talebini engellemeye çalışırlar. İnanılmaz. Et endüstrisi zaten her yerde propaganda yapıyor. Canan Karatay gibi şarlatanları bilimin sözcüsü olarak ana akım medyaya çıkarıyorlar. Et endüstrisinin çevre ve insan-hayvan sağlığında yarattığı tahribat bilinmesine rağmen inanılmaz bir propaganda var ve bu destekleniyor. Her yerde hem de. Sadece Amerika’da devletin her sene et endüstrisine ayırdığı bütçe 500 milyon dolardır. Bütün devletler bu endüstrilerinin en yakın dostları. Hayvan tüketimi azalacak olsa hemen devlet sübvansiyon yapar, arz fazlasını satın alır, okullarda bedavaya süt vs. dağıtırlar. Böylece bu sömürü endüstrilerinin sağlam bir şekilde durması sağlanır. Buradaki ilginçlik şu: Tüm bunlara rağmen, insanlar hayvan özgürlüğü aktivistlerinden rahatsız oluyorlar. Herkes istiyor ki devlet et endüstirisini desteklemeye devam etsin, her yerde propagada yapmaya devam etsin, sessiz bir şekilde hayvan soykırımı devam etsin. Ama veganlar hayvanların özgürlüğünden bahsettiğinde inanılmaz bir kaos yaşanır. Her yerde hakaretler, küfürler, veganları dışlamalar vs. Veganları marjinalleştirmeye çalışıyorlar. Bu kadar mantık dışı davranmalarına şaşıyorum. Bilimi de, özgürlüğü de, anti-türcülüğü de kendi tekellerine almışlar ve istismar ediyorlar. Ağızlarından eşitlik, adalet, özgürlük gibi kavramları düşürmezler ama hayvan özgürlüğünü savunanlar özgürlüğün, eşitliğin ancak hayvanların sömürülmediği zaman gelebileceğini söylediklerinde kaba bir kişiliğe bürünürler. Onların bu konudaki fikri siyah ve beyazdır. Asla arası yoktur.
Bunun dışında eğer bilimsel veriler ön plana çıkarılacaksa son 40 yılda olan bilişsel etoloji devriminden, günümüzün tartışmasız en büyük tehlikesi olan çevre yıkımı karşısında vegan beslenme ve sürdürülebilirlik hakkında yapılan bilimsel araştırmalardan bahsedilmeli. Ayrıca vegan beslenmenin insan sağlığı için de ciddi faydaları var. Çok değerli ve sınırlı kaynakların hunharca hayvancılığa harcandığı gerçeği de söz konusu. Bu kadar insanı besleyebilmek için önümüzde en iyi duran alternatif vegan beslenmedir. Çevresel sebepler için bile vegan olmak bugün bireysel olarak yapılabilecek en mantıklı eylemdir. Bunun için spefisik bilimsel araştırmalar yerine şurada bir kişi tarafından hazırlanmış oldukça detaylı bilgi veren bir paylaşım var:
Bunları görmezden gelip milyon yıl önce bizlerden birçok konuda çok farklı bir şekilde yaşayan atalarımızın anatomik özelliklerini hangi beslenme tercihi yönünde kullandıklarına bakarak bir argüman üretmeye çalışıyorlar. Bizlere faşist, bilim düşmanı diyorlar da acaba gerçek bilim düşmanı ya da istismarcısı kim?
Asıl önemli bir konuyu sona bıraktım. Acı çeken insanların hayvanlar ve insanlarla daha fazla empati yapabildiği ve daha çok eşitliğe hürmet eden insanlar olduğunu biliyoruz. Bugün bu yüzden İsrail’de şiddetli bir hayvan özgürlüğü aktivizmi yapılıyor. Ve dünyanın ilk vegan ülke olma yolunda en önde gidiyorlar. Çünkü geçmişin izlerini hala daha unutmadılar. Hayvan gibi davranılmanın ne demek olduğunu iyi biliyorlar. Ama türcülük yanlısı insanlar bundan epey rahatsızlar. Örneğin Gıda Sosyoloğu Rafi Grosglik İsrail’de gittikçe şiddetli bir hale gelen hayvan özgürlüğü aktivistlerinden dolayı çok kızgınmış. Konformizmin derin sularında yüzenler hayvanları umursamıyor. Umursayanlara da kızıyorlar. Kendi çıkarlarıyla meşguller sadece. Hayvanları kaba canavarlar olarak görüyorlar ve insan haklarının hayvan haklarına evrilip tek bir hak olmasını kıytırık bir düşünce olarak görüyorlar. İnsanmerkezciliği yüceltip adeta kutsuyorlar. Bu bir din. Türcülük dogmatizmdir. Hıristiyanlığın ve İslam’ın ana kaynağıdır türcülük. Türcülük olmadan bu dinler yaşayamaz. Kutsal metinlerde insanı yüceltip hayvanları aşağı canlılar olarak görüyorlar. Bazı aydınlanmış kişiler de türcülüğe bilim kılıfı geçirmeye çalışıyorlar. Dogmatizmi modernleştirmeye çalışıyorlar yani. Ama türcülük her zaman en çağ dışı görüştür. Hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz. Dinlerin oluşmasının altında yatan en büyük kibir dolu düşüncedir türcülük. Dinler kadınları ve hayvanları aşağı canlılar olarak konumlandırmıştır. Ataerkil bir kitaptan beklenen de bu olurdu elbette. Kadınların ve hayvanların aynı şekilde sömürülmesi hakkında şu makale çok faydalı:
http://hayvanozgurlugucevirileri.com/2015/01/06/5-maddede-hayvan-haklari-neden-feminist-bir-meseledir/
Tekrar şu acı çeken insanların acı çekenleri daha iyi anlayabilmesi ve empati kurabilmesi meselesine dönersek, reddit sitesinde 5 ay önce açılmış bir başlık gördüm. Epey popüler olmuş reddit sitesinde. 80 yaşındaki holokost kurbanı vegan bir hayvan hakları aktivisti, nazilerin yaptıklarıyla insanların hayvanlara yaptıkları arasında güçlü bağlar kuruyor. Bu yüzden de kendisini hayvan hakları hareketine adadığını belirtiyor. Ve ben bunları okurken aklıma şu sözler geliyor:
“Nazi kamplarından kurtulan Yahudilerin çoğunun neden vegan olduğunu biliyor musun? Çünkü onlar hayvan gibi davranılmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorlar.” -Chuck Palahniuk
Başlık burada (lütfen okuyun): http://www.reddit.com/r/IAmA/comments/2h8df0/i_am_an_80yearold_holocaust_survivor_who/
Holokost ve hayvanlara yapılanlar arasında güçlü bağlar kurulması yeni bir şey değil. Bugüne kadar birçok kişi bunu dile getirdi. Ve bu bağlar artık daha fazla kişi tarafından fark edildiği için günümüzde hayvan soykırımı daha da popülerleşen bir hale geldi. Örneğin Dachau toplama kamplarında naziler tarafından esir edilen Edgar Kupfer-Koberwitz, esir edildiği sırada yazdığı mektuplarda, tam da büyük acılar çektiği sıralarda şöyle yazıyordu:
“Hayvanları yemeyi reddediyorum; çünkü ben kendimi başka canlıların çektiği acı ve ölümüyle besleyemem. Böyle yapmayı reddediyorum; çünkü o kadar çok acı çektim ki kendi acılarımı hatırlayarak başka canlıların acılarını hissedebiliyorum.”
“Korkunç engizisyon dönemini hatırlıyorum, kafirlerin sorgulanması henüz sona ermedi, günbegün kaynar sularda işkencecilerinin ellerine teslim edilen diğer canlıları pişirmek için kullanıyorlar. Bu insanların uygar insanlar olduğu fikrinden dehşete düşüyorum, barbar değiller, ama uygarlar!”
Yazının tamamı burada: http://hayvanozgurlugucevirileri.com/2011/01/01/dachau-gunluklerinden-hayvanlar-kardeslerim/
Gene bir yahudi yazar olan Theodor Adorno şöyle demiştir: “Auschwitz, bir insan mezbahaya bakıp “ama onlar hayvan” dediği zaman başlar.”
Nazilerin gittikçe tehlikeli olmaya başladığı zamanlarda ABD’ye kaçan Nobel Ödüllü yahudi yazar Isaac Bahveic Singer ise dokunaklı bir şekilde şunları demişti:
“Hayvanlar için bütün insanlar bir Nazi; hayvanlar için bu, sonsuz Treblinka’dan başka bir şey değil.”
“İnsanın keyfine nasıl gelirse o şekilde başka bir türe dilediği gibi davranması en aşırı ırkçı teorilerin örneğini oluşturmuştur, yani güçlü olan haklıdır prensibini haklı çıkarmıştır.”
Bir Alman olan Helmut F. Kaplan ise geçmişi anımsayarak, yakılmış cesetler arasında merhamet ve iyilik numarası yapan “İyi Almanlara” gönderme yaptığı sözlerinde şöyle diyordu:
“Torunlarımız bir gün bize soracaktır: “Hayvan holokostu sırasında neredeydin? Bu korkunç suçlar sırasında ne yaptın? Yine, biz bilmiyorduk diye iddia edemeyiz. 2 kez aynı bahaneyi kullanamassınız.”
Edebiyat Nobel Ödülü Sahibi ve Güney Amerikalı yazar John Maxwell Coetzee de bu bağlantıyı fark etmişti:
“Açık açık söyleyeyim: Hitler’in yapabileceği her şeye meydana okuyan, hatta onu cüceleştiren bir aşağılama, zulüm ve katliam yatırımıyla her yanımız sarılmış durumda; bizimki sonu olmayan bir yatırım, öyle ki kendi kendini yeniliyor, dünyaya sadece onları öldürmek amacıyla tavşanlar, kümes hayvanları, büyükbaş hayvanlar getiriyor.”
Bir yahudi yazar olan tarihçi Charles Patterson, bir yahudi düşmanı olan Henry Ford’un “Ebedi Yahudi” ismiyle yazdığı kitaba (antisemitizmin oluşmasında büyük rol oynayan bir kitap) gönderme yaparak Eternal Treblinka isimli bir kitap yazmıştır. Bu kitapta hayvanlara yaptıklarımızın yahudi soykırımına ve diğer bütün şiddet içeren olaylara yol açtığını anlatıyor. Bu kitaptan bazı alıntılar:
“İnsanların kendi kontrolü altına giren hayvanlara davranış biçimini nitelendiren baskı, kontrol ve manipülasyon, aynı zamanda insanların birbirine davranma biçimi anlamında bir model oluşturdu. Hayvanların köleleştirilmesi/evcilleştirilmesi insan köleliğine giden yolu araladı. Karl Jacoby’nin söylediği gibi, kölelik “evcilleştirme sürecinin insanlara doğru genişletilmesi”ydi.
Kadim Mısır, Mezopotamya, Hindistan ve Çin’in nehir vadilerinde ortaya çıkan ilk uygarlıklarda hayvanların yiyecek, süt ve emeği için sömürülmesi yerleşmiş bir olguydu, bu uygarlıklar hayvanların sadece kendi çıkarları için var olduğu nosyonunu onaylıyorlardı. Bu durum insanların hayvanları hiçbir rahatsızlık duymadan kullanmasını, istismar etmesini ve öldürmesini mümkün kılıyordu. Ayrıca insanların diğer insanları; meselâ esirleri, düşmanları, yabancıları ve farklı olan ya da kendilerinden hoşlanılmayan insanları da- o büyük uçurumun diğer tarafına koymalarını kolaylaştırıyordu, öteki tarafta bu insanlar “vahşi hayvan”,”domuz”, “maymun”, “sıçan” ve “fare” olarak aşağılanıyordu. Öteki insanları hayvan olarak isimlendirmek her zaman tehditkâr bir gelişme olmuştur, çünkü bu insanlar böylece aşağılanmaya, sömürülmeye ve öldürülmeye uygun hale getirilmişlerdir. Leo Kuper’in “Soykırım:20.Yüzyıldaki Politik Kullanımı” adlı eserinde yazdığı gibi, “ hayvanlar alemi insanlık çemberinden dışlanmak için her zaman verimli bir kaynak olmuştur”.”
“‘Hayatım ve İşim’ adlı otobiyografisinde (1922) Ford montaj hattı üretimi ilhâmını genç bir adamken Chicago’daki bir mezbahayı ziyareti sırasında edindiğini yazar: “Sanırım bu gördüğüm kayışlar hareket eden ilk kayışlardı. Montaj hattı fikri Chicago’daki mezbahadan geldi “. Swift and Company yayın evi o dönemlerde iş bölümünün Ford’u çok etkilediğini yazıyordu: “öldürülen hayvanlar, hareket eden zincirden baş aşağı asılıyordu, bu zincir ya da konveyör işçiden işçiye geçiyor ve işçilerin her biri süreç içinde sadece tek bir işlem gerçekleştiriyordu”. Hayvanların endüstriyel şekilde öldürülmesiyle insanların montaj hattı tarzda kitlesel şekilde öldürülmesi arasında sadece tek bir adım vardı. J. M. Coetzee’nin “Hayvanların Hayatları” (Türkçe’de henüz yok diye biliyorum) adlı romanında anlatıcı Elizabeth Costello okurlara şöyle söyler: “Chicago yolu gösterdi bize; Naziler cesetleri işlemeyi Chicago mezbahalarından öğrendiler.”
Daha fazla bilgi için şu makaleyi okuyabilirsiniz:
http://hayvanozgurlugucevirileri.com/2012/07/15/hayvanlar-kolelik-ve-soykirim/
Son olarak bu bir beslenme biçimi değildir, adalet meselesidir. Tom Regan’ın söylediği gibi yani: Hayvanlara saygı göstermek bir nezaket meselesi değil, adalet meselesidir.
BeğenBeğen