San Francisco’ya, daha doğrusu Berkeley‘e geleli iki haftadan fazla bir zaman oluyor. Aslında ilk planım şehri, etrafı görüp tanıdıkça taze taze blog yazmaktı. Ama geldiğim haftaki jet-lag durumu ve sonraki günlerdeki bilgisayar sorunları nedeniyle biraz gecikmeli olarak yayına başlıyorum.

Uçağım 13 Ekim Pazartesi günü saat sabah 05:30’da. Son bir aydır korkunç bir koşuşturma içindeyim. Evdeki bir kısım eşyayı sattım, kitaplarımı, film ve müzik arşivimi arkadaşlarıma paylaştırdım. Kadıköy’den aldığım iki bavula sığmaya çalıştım 3 hafta boyunca. Sonunda bavulları yaklaşık 4 defa boşaltıp yeniden yerleştirdikten ve daha önce götürmeye karar verdiğim ancak kilo haddi nedeniyle gözden çıkarmak zorunda kaldığım eşyaları çıkardıktan sonra bavullar istenen kiloya düşüyor.

KLM ile uçacağım. KLM’nin transatlantik uçuşlarda bagaj hakkı her biri en fazla 23 kg olmak üzere iki bavuldan ibaret. Temelli giderken uyulması imkansız olan bu kuralı parasını vererek delebiliyor ve bavul basına 50 Avro vererek bavul ağırlığınızı 32 kg’a çıkarabiliyorsunuz. Ancak havayolu işçilerinin sağlığı nedeniyle 32 kg üzerindeki bavullar kesinlikle kabul edilmiyor. Önce 23 kg denemesi yapıyorum, yok ne yaparsam yapayım 23 kg aşıyor bavullar. Ağırlık fazlası mantığında kilo başına ücret alınmıyor.23 kg üzeri 32 kg a kadar fiks 50 Avro. Ben de elimi korkak alıştırmadan her iki bavulu da evdeki dijital tartı aracılığı ile 31 kg civarında dolduruyorum.Kalanları da sırt çantasına tıkıştırıyorum. Bakalım havayolu işçileri değil ama ben fıtık olacağım galiba.
Pazar günü evdeki tüm şahsi eşyalarımı kaldırdıktan, camları şalterleri, vanaları kapattıktan sonra Cem (Cüneyt’in ağabeyi) gelip beni alıyor. Akşamı Cem’lerde geçireceğim. Önce Cüneyt’in annesine uğruyorum ve anne babası ile vedalaşıyoruz. Oradan da Cem’lere gidiyor ve akşam birlikte yemek yiyoruz, Cem beni saat gece 2:00 gibi havaalanına götürüyor.
Check-in işlemi için sıraya giriyorum. Benden önceki kızın da maksimum ağırlık sorunu var. Bavullarını yere yığıp herkesin önünde açmak ve yeniden yerleştirmek zorunda kalıyor. Umarım ben de aynı durumda kalmam! Sonunda sıra bana geliyor ve bavullarım tartılıyor.Evdeki tartım beni utandırmadı! Bavullardan biri 31,2 diğeri 31,6 kg. Ağırlık ücreti ödemeye zaten hazırlamıştık kendimi ama en azından çamaşırlarımı İstanbul Havalimanı koridorlarına saçmak zorunda kalmadım. 100 Avro ödüyorum check-in sırasında. Görevli, bavulların üzerine normal etiketlere ilaveten ağır olduklarını belirten bir etiket daha takıyor.
Check-in bittikten sonra boarding için güvenlik kontrolünden geçiyorum.Havaalanı güvenlik prosedürlerine önlem olarak birden fazla güvenlik kontrolünden geçeceğim için (ki sanırım 11 Eylülden sonra ABD güvenlik geçişi epey hassaslaşmış olmalı) tüm metal içeren eşya, takı vb’den arınmış haldeyim.Gümüşlerimi takmadım, kemer derdi olmasın ve uzun yolda rahat edeyim diye eşofman giydim. Saatim bile plastik. Bu nedenle elimi kolumu sallayarak güvenlikten geçiyorum.
Bekleme salonuna gidiyorum. Uykum gelmeye başladı artık.Saat 04:00 oldu ve neredeyse 20 saattir ayaktayım.Hayal meyal, yarı uykuda yarı uyanık iken salonda oturan birinin fazla tanıdık geldiğini düşünüyorum. Boarding başlıyor ve uçağa biniyorum.
Yerime oturduktan sonra hayal meyal tanıdık gelen kadın yanımdaki koltuğa oturuyor. Dikkatlice yüzüne bakıyorum, yok yok bu kadar tesadüf olamaz.Ama gene de şansımı deniyorum ve kadına kafamdaki kişi bankasındaki yüze uyan isimle sesleniyorum.Dönüp bakıyor! Dünya gerçekten de çok küçük ve de küçük olduğu kadar da tuhaf. İlk defa Amerika’ya 1989’da AFS Kültürlerarası Değişim Programı ile gitmiştim. Aradan geçen 19 sene sonunda tekrar beni tekrar Amerika’ya götürecek uçaktayım ve yan koltuğumda AFS’den bir dönem arkadaşım oturuyor! 19 sene önce aynı uçakla ve aynı heyecanla ilk defa yurtdışına birlikte çıkmıştık, aradan geçen bunca zamandan sonra bir kez daha aynı uçaktayız. Yol boyunca sohbet ediyoruz. Ben AFS dönem arkadaşımın AFS yılından sonra üniversiteyi de Amerika’da okuduğunu ve 10 yıldır San Francisco’da yaşadığını öğreniyorum. Telefon, adres ve e-posta değiş tokuşu yapıyoruz.
Saat 8:30 gibi Hollanda Schiphol havaalanına iniyoruz. Transfer için az süremiz var. Zaten bu sürenin çoğu da gerekli terminali bulmakla geçiyor. Boarding başlayınca dev uçakta epey ayrı düşeceğim arkadaşıma iyi yolculuklar dileyerek vedalaşıyorum. Amerika’ya indiğimizde ben gümrük ve vize kontrolünden geçeceğim, o ise yeşil kart sahibi olduğundan farklı bir yerde işlem görecek.
Uçağa biniyorum. Uzun bir arayış sonunda İstanbul-San Fransico arasındaki en ucuz uçak biletini bulmayı başarmıştım. Nedeni anlaşılıyor. Uçak Boeing 747, gerçekten de çok çok büyük. Ancak koltuk aralıkları inanılmaz dar, bizdeki şehirlerarası eski otobüslere benziyor. Yerim cam kenarında, bu da daracık yerden bunalıp yürümek istersem iki kişiyi rahatsız edeceğim anlamına geliyor. Grrr!
Neyse halledeceğiz bir şekilde.
Uçakta KLM web sitesinde reklamı yapılan ve herkese özel ekranı olan eğlence sistemi de yok, gene şehirlerarası otobüslerdekine benzer koridorda küçük televizyon ekranları var ortak film gösterilen. Böylece yolda canımın istediği filmi seyretme, tanıdıklara SMS atma, mail gönderme ve diğer yolcularla interaktif Doom oynama hayallerim de suya düşüyor. ( Gelince baktım KLM’de bu sistem Boeing 777 ve Airbus’ larda varmış.Ama 747’lerde yok, bilet alırken bilinmesi gereken bir nokta. )
Sıkışık bir şekilde oturup ayaklarımızı koyacak yer bulamadıktan sonra havalanıyoruz. Servis iyi.Uçuş 10 saat sürecek. Yolda vakti anlamamamız için ikide bir ıvır zıvır ikram ediyorlar.
Saat 14:00 civarı uykusuzluğa yenilerek sızıyorum. 29 saatir ayaktayım. Ben uyuklamaya başladığımda koridordaki ekranlardan Indiana Jones Kingdom of the Crystal Skull filmi başlıyor.
Kısa bir süre sonra uyanıyorum, ilk baktığım şey ekran oluyor. Ekranda ayaklarında füze ile uçan bir adam var. Indiana Jones filmlerini de iyice abarttılar artık eskiler ne güzeldi diyorum. Birkaç dakika sonra filmin Indiana Jones değil Iron Man olduğunu anlıyorum. Anlaşılan benim uyku kestirmenin biraz ötesine gitmiş.Ben uyurken Indiana Jones bitmiş, bir saat ara verilmiş ve yeni film başlamış. Saat 17:00 olmuş.
Yolun geri kalanı verilen yemekleri mıncıklamak ve yarı uyanık yarı uykulu halde koltukta oturmak ile geçiyor.
Saat 23:00 olduğunda San Francisco için alçalmaya başlıyoruz..
Ufaktan heyecanlanmaya başlıyorum. Öyle ya Cüneyt’i neredeyse 4 aydır görmedim. Bu süre içinde bir sürü plan ve program değişikliği oldu hayatımızda. Ve yeni bir yaşama adım atmak üzereyim birazdan.
Şehir uçaktan güzel görünüyor. Biraz İstanbul, biraz da İzmir gibi.Bizim boğaz köprüsü gibi görünen Golden Gate köprüsünü seçiyorum.İlk görüş anımı belgelemek için birkaç fotoğraf çekiyorum.
Sağ salim iniyoruz sonunda!
Pasaport kontrol sırası bana geliyor. Ben görmeyeli sistem epey değişmiş. Değişiklik 11 Eylül’den sonra olmuş sanırım. Eskiden Amerikan gümrüğü de herhangi bir ülke girişi gibi idi. Şimdi deskler daha alçak. Memur sizi boydan görüyor. Karşımdaki memurun ellerinde siyah lateks eldivenler var. Pasaportu elledikten sonra parmak izlerinin pasaportta kalmaması için eldiven giyiyorlar. Memur bana birkaç soru soruyor. Parmak izi verip webcam ile fotoğrafım çekildikten sonra giriş iznimi veriyor ve kalışım süresince iyi vakit geçirmemi diliyor.
Bavullarımı alıyorum. Bavullar ağır ama dikkatli davranıp belimi sakatlamadan ikisini de bir bavul arabasına üst üste koymayı başarıyor ve gümrük kontrolüne doğru ilerliyorum. Yolda bir görevli beni durduruyor, çantalarımda yiyecek olup olmadığını soruyor. Olmadığını söylüyorum.Bana nereden geldiğimi soruyor, Türkiye diyince ‘Aaa Türkiye’den geliyorsun ve yanında tatlı bir şey bile yok nasıl olur ?!’ diyor gülerek. Ben de bu defa ancak bavullara sığdığımı ve belki bir dahaki sefere getireceğimi söylüyorum. Gülüşüyoruz. Bavulların incelenmediği sırayı işaret ederek direkt olarak çıkabileceğimi söylüyor.
Kapıdan çıkıyorum… Cüneyt beni bekliyor olmalı.Etrafıma bakınıyorum… Yok! Sağa sola bakıyorum…. Hala yok! Tam telefonuma davranırken kocamı görüyorum. Kapının hemen dibine sinmiş ilk girdiğim anın gizlice resimlerini çekmekle meşgul. Sımsıkı sarılıyoruz! Evet, özlemişim!
Bavulları paylaşıp BART istasyonuna yürüyoruz. BART, Bay Area Rapid Transit’in kısaltılmışı. San Francisco’nun ana raylı toplu taşıma sistemi.
BART’a binerken bavullarımdan birinin tekeri tren ile platform arasına sıkışıyor. Tam o sırada da tren kapıları kapanınca bavulum da kapıya sıkışıyor. Dehşet içinde bavulumu çekiştiriyorum. Ben o bavulu kaç kere doldurup boşalttım ne zorluklarla dünyanın öbür ucundan taşıdım tren kapılarında yırtılıp yere saçtırmam!!
Neyse son anda bavulu kurtarıyoruz tren kaçıyor ama. Bir sonraki treni bekliyoruz.
Eve vardığımızda saat buranın saati ile 15:00 ama Türkiye saati ile gece 01:00. Eh uçaktaki uykuyu saymazsak 40 sattir uykusuzum. Ama jetlag yaşamamak için kendimi tutacağım ve gece olunca uyuyacağım.
İlk defa yeni evimizi görüyorum. Daha önce Cüneyt Webcam ile kısmen göstermişti ama kendi gözümle görmek başka. Gayet hoş ve kullanışlı. Ev ve çevre ile ilgili izlenimleri ayrıca yazacağım.
Bavulları eve attıktan sonra bir şeyler yemeye çıkıyoruz. Cüneyt beni eve çok yakın olan Jupiter‘e götürüyor. Hava çok güzel.Jupiter’de bahçeye oturuyoruz ve pizza eşliğinde kendi ürettikleri bira ve ale’lerden deniyoruz.
( Bira ve brewery konusunu da daha sonra detaylı olarak inceleyeceğiz.)
Biralarımızı yudumlarken etrafa bakıyorum, güzel sakin ve huzurlu buluyorum ortamı. Biraz bizim Moda’daki müdavimi olduğumuz Antre Cafe’yi anımsatıyor. Derken kafama bir şey düşüyor başımı kaldırıp yukarı bakıyorum; üzerimizde bir çardak var. Çardağın üzeri ismini bilmediğim çiçekli bir bitki ile sarılmış. Kedim Topik boyutlarına yakın bir sincap çardak üzerindeki çiçekleri koparıyor, saplarını ısırıp daha sonra kafamıza atıyor. Garson bunun sincabın en sevdiği müşteri irkiltme oyunu olduğunu söylüyor.
Sincabı seyredip sohbet ederek yemeklerimizi yiyor ve biralarımızı içiyoruz. Saat 19:00 gibi eve dönüyoruz. Bavullarımı açıp acil yerleşecek şeyleri yerleştiriyoruz.En önemlisi Rakılar kırılmadan gelmişler!
Saat 20:00.
Uzun, upuzun bir günden sonra dünyanın öbür ucundaki yeni evimde uykuya dalıyorum….
Canim, bir solukta okudum. Bundan daha iyi anlatilamaz. En kisa zamanda yeni izlenimleri bekliyoruz.
BeğenBeğen
Uzun yolculuğunu okudum, nihayet evindesin Işıl’cım…. Haberlerini bekleyeceğiz. Sevgiler
BeğenBeğen
Hoşgeldin yeni evine:) Bu blok çok iyi fikir. Devamını merakla bekliyoruz.
BeğenBeğen
Teknolojiden uzak kalamadin tabi… hayirli olsun yeni mekanin. Sincaplarlada tanismissin, yakinda birbirinize alisirsiniz. Daha bu isin bir de tavsan kismi varki, insana gercekden ‘dikkat et tavsanlara’ dedirtiyor aksam ayrilirken 🙂 Sevgiler…
BeğenBeğen
Süper anlatmışsın! Evin fotolarını da bekliyoruz 😉
BeğenBeğen
what does all this mean????
farial
BeğenBeğen
İlk gönderdiğini açamayınca üzülmüştüm.Ben beceremedim sandım.Senden haber almak güzel olduğu gibi oraları da tanıyacağız.Bu rada güzel bir uslubun varmış roman yazmayı deneyebilirsin.Seni ve Cüneyti çok öpüyorum.Yeni yaşantınızda çoooooooooook mutlu olun
BeğenBeğen
just waow, bütün bunlar ne zaman oldu????? Daha dün denizatında bira içmemiş miydik?
BeğenBeğen
Cüneyt ile sana yeni evinizde mutluluklar dilerim. Burası aynı tas, aynı hamam. Kendinize iyi bakınız. Sevgiler…
BeğenBeğen
harika anlatmışsın herşeyi, yeni hayatında uzun yıllar çok mutlu olmanızı dilerim, Cüneyt’e çok selamlar, seni çok öpüyorum, haberlerini bekliyorum
BeğenBeğen
süpersin seninle gitmiş kadar oldum umarım oradaki hayatında en az buradaki kadar güzel ve dolu geçer seni çok seviyor ve özlüyoruz… her an anıyoruz yokluğuna hala alışmadık en kısa sürede görüşmek üzere
BeğenBeğen
Aynı kıvamda stresi, heyecanı yaşattın bana. Sanki uçağın bir yerlerinde gizli bir yolcuymuşum gibi geldi:-) Güzel bir kavuşma olmuş. Umarım bu birliktelik çook uzun yıllar devam eder.
Cüneyt’e de çok selamlar.
Işıl&Cüneyt maceralarınızı bekliyoruz heyecanla 🙂
Görüşmek üzere.
BeğenBeğen
Işıl hanım, gerçekten yolculuğunuzu ne güzel anlatmışsınız, eviniz çok şirin güle güle oturun, Yeni yaşantınızda mutluluklar diliyor, yeni maceralarınızı bekliyoruz.
BeğenBeğen
Merhaba Isil. Ciplak bisikletcilerini okuduktan sonra, diger sayfalarini da okuyayim dedim ve taa basa alip, blog’larini okumaya basladim. Ben NY’u cok severim. Orayi Istanbul’a benzetirim. 2004 Yilinda LA ve SF’ya gelip birkac hafta kaldiktan sonra, SF’ya hayatimin sehri demistim. Inanilmaz guzel (Tabii bana gore) bir sehir ve Agustos’ta havasini gorunce resmen sok olmustum. LA’den yazlik gelip, hemen o aksam kislik polar giysiler satin almistik. 🙂 Tum yazilarini okuyacagim..
BeğenBeğen
Ugur,
Tekrar gelirsen bekleriz 🙂
BeğenBeğen